2 Ocak 2011 Pazar

Baykal gitti, Lost bitti, Fenerbahçeliler şampiyon olduklarını sanıp timsah yürüyüşü yaptı, Yetmez ama evet

2010 böyleydi yani.

Bense kendi adıma süper bir şeye imza atıp, bu başlığa müdana bile etmeyeceğimi düşünüyordum.
Lakin görüyorsunuz ki olmadı.

"Yılbaşında ne yapacaksın?" 1 ay önceden sorulmaya başlandı şahsıma. "Bilmiyorum", "Daha erken ya ne yaptınız ahahah", "İyiyim sen napıyorsun?" gibi seçmece cevaplar verdim durdum. Ama aklımda olan şey başkayı. Hatta aklımda değil, bildiğin elimde tuttuğum bir şeydi. Haydarpaşa'ya tek gidişlik bir bilet...

Derdim yılbaşı değildi, derdim İstanbul da değildi.
Sürprizlerden hoşlanmayan ben, sürprizlerden yine hoşlanmayan birisine "sürpriz" yapacaktım. Artık nasıl bir mantıkla hareket edip böyle bir karar aldım, inanın artık sorgulamıyorum bile. Rica ediyorum siz de sorgulamayın.

Acayip oynuyorum, hiç belli etmiyorum görseniz. Yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar benim. Biliyorsunun en iyi kadın oyuncu dalında zaten Natalie Portman alıyor Black Swan sayesinde, ben de yardımcı kadın oyuncu dalındaki ödülü kabullendim mecbur. Neyse.

Acayip oynuyorum evet. "Gelemem mümkün değil" bile diyorum. Sürpriz yapacağım olm çok şahane. Mükemmelim bildiğin. Hiçbir zaman "ne giysem" derdine düşmeyip eşi dostu kıskandıran ben, senelerin acısını çıkartıyorum, çıplak gideceğim artık yani o derece kararsızım. Oje renginde bile... Neyse.

Verdiğim sözden dönmem, bunu daha önce de söylemiştim. "Söylemeyeceğim" diyorum ve söylemiyorum. Hatta söylememeyi bırakın, yalan söylüyorum. "Evdeyim, zaten sınavlarım var bla bla" karşı taraf sabırlı. Sabırsız olduğunu söylüyor ama, ya olayın farkında değil, ya da ... Neyse.

Söyledi çünkü bana, yılbaşında evde olacak. "Çat kapı gidilmez aslında, ayıptır." diyorum, ama gitmeyi de çok istiyorum. Sürpriz (!) sonuçta, gideceğim illa. Çaktırmadan 40 kişiye sordum orada mı insem, şuradan mı gitsem, bir vasıtaya binmek gerekir mi... Hayat karartıyorum muntazaman. Google maps'e tapıyorum falan.

Bir kaç hafta sonra öğreniyorum ki davet edildiği yerler var. Şaşırmıyorum da. Yılbaşı bu, her mekanda ayrı bir parti var. Hatta gereksiz bir trip halini üzerime yapıştırarak sormuş bile olabilirim gidecek olup olmadığını. Heyecan yerini endişeye bıraktı... Ama sürpriz sonuçta yani, yapacağım bunu. Çok güzel yapacağım hemde, dizginsiz aklımı bir yerlerde bıraktım günler önce, neden bıraktım ki?

Yılbaşına yaklaştıkça daha da geriliyorum. Söylediğim sözler, yazdığım şeyler, verdiğim tepkiler tamamen allak bullak. Çünkü sürpriz kıçıma kaçtı. Farkındayım ama kabullenmiyorum. Kabullenemiyorum... O anda söylesem, "böyle böyle" desem, en iyi çözüm yolu ondan gelecek, biliyorum. Ama olaylar benim kontrolüm dışında geliştiği için o kadar saldırganım ki bunu yapmıyorum. Sözde "gurur" yapıyorum. Buna sığınıyorum. "Fazla gurur göte vurur"muş. Vuruyor da. Ama bunu da kabullenmiyorum. Laflarımın, sözlerimin, saldırılarımın ardı arkası kesilmiyor. Sabrını, sınırını, sinirlerini zorladıkça zorluyorum. Ama benim derdim başka. Değişen yılbaşı planını bana bildirdiği andan itibaren oldu tabi bunlar. O zaman bile saçma bir tepki verdim. Farkındayım yani.

Saldırılarım, sözlerim o kadar çok acıtıyor ki en makul yolun çenemi kapatmak olduğunu düşünüyorum. Böyle de yapıyorum. Tabi ki de fark ediliyor. Başka çözüm yolum yok artık, ne yapayım?

31 Aralık 2010 sabahına kadar hala gitmeyi düşünüyorum. Etrafındakilerin 'statü'lerini bilmesem, bilgisizliğime sığınıp giderdim. Ama biliyorum. "Ignorance is bliss."

Daha hızlı olmak adına, belli bir ekpresten aldığım bilet elimde, sabahın köründe yola çıktım. Gara gidiyorum yani. Upuzun yürüyüş yolunu ne ara yürüdüm hiç farkında değilim, zaten sokaklarda da kimseler yok. Hava soğuk ve donuyorum. İstanbul'a falan gitmiyorum, bileti internetten alıp bir de bastırtınca, iptali gara giderek mümkün olabiliyor. Bunu yapmaya gidiyorum. Olay örgüsünü parmağımda çevirip yönetebileceğimi sandım, yanıldım. Olmadı. Yapamadım. Beceremedim.

Gara girip bileti iptal edecektim, varsa da evime gitmek için bilet alacaktım. Yoksa da "kaçak falan mı gitsem acaba, yapmadığım şey mi sanki" diyorum. Ama eve de gitmeyi istemiyorum. Aksi gibi şahsi rekorumu kırdım bu yılbaşı. Tam 6 ayrı yere davetliyim. "Biraz biraz hepsine uğrasam mesela, sonra da spora giderim, sonra da yatar uyurum" diyorum. Bu sırada artık gara girmiş bulunuyorum.

Hikaye içinde hikaye, bakın başıma ne geliyor.
Kocaman bavulu ve kocaman hediye poşetiyle (paketleri görüyorum yılbaşı hediyesidir herhalde yani ne olacak ki başka) bir sürpriz zede ile karşılaşıyorum. "Hiç mi yok" diyor. "Ama benim gitmem lazım" diye devam ediyor. "Bu trenle gidemezsem yetişemem" diyor. "Yetişemem."... Aşağı yukarı benimle aynı yaşta bir hemcinsim. Görevli memur "hanfendi bugün yılbaşı, bilet bulmanız imkansız, haftalar önce bitti, ek sefer konulursa...." diye lafa devam ediyor. Haftalar önce... Bilirim... Ama kızın onu dinleyecek hali yok. Gitmek istiyor. Öğrenci indirimiydi, ekpres farkıydı falan bunları bir kenara bırakıp ufak bir bilgilendirme yapayım. Kaçak binerseniz 2 katı para istenir sizden, yakalandığınızda. Ama bu 2 katı para, öğrenci fiyatı üzerinden değil "tam bilet" fiyatı üzerinden olur. Yuvarlak hesap, bilet 1o lira. Yakalandın, gitti 20 lira. İstanbul'dan bahsediyoruz, ne bileyim belki karşıya geçecek. Vapurdu, otobüstü, metroydu bunları kullanacak belki. Kondüktöre "post makinesi getir oradan ödeme yapayım" mı diyecek, yemeksepeti mi bu?

Para çekse mesela, diye düşünüyorum. Tabi varsa.
Belli ki ani bir kararla gidiyor, belki de çekememiştir diyorum. O 10 lira, çok önemli bir 10 lira yani. Bir kez daha anlıyorum. Bileti kredi kartıyla alabilir, tabi bilet varsa. Nakit parası da buna kalacak. Evdeki hesabı çarşıya uymadı kızın. Sürprizi de bozup İstanbul'dan birisini aramak istemiyor sanırım, "beni almaya gelin" diye. "Yapma bunu" demek istiyorum. Desem mesela, zaten sinirli. Orada bir tartışma çıksa. Ama kızın tipi öyle değil yani. Tek derdi bilet. Ya da fazladan bir 10 lira. Ben hala kenarda, olanları izliyorum. sinir bozucu kuru kalabalığım. Kalabalığı tek kişi oluşturuyorum, o ayrı.

"Para versem ya bu kıza" diyorum. "Ama yanlış anlarsa" diye devam ediyorum. Söz konusu ekprese kaçak bindiğin anlaşılırsa ve para da vermezsen, en yakın durakta atarlar seni trenden. Çok gördüm bu manzarayı, kaynak götüm değil yani inanın. Kendi derdimi geçtim o anda, kızın gitmesini istiyorum. Baksanıza para vermeyi düşünüyorum kıza ama, yanlış anlarsa diye de çekiniyorum.

O anda bir şeyin farkına vardım ve olan oldu, bu yaşıma kadar hiç bu kadar aptal hissetmemiştim. Hiç... Dakikalardır izliyorum olayı, kızın çaresizliğini, hala derdim para. Para vereyim diyorum. Elimde iptal ettirmek istediğim bir bilet var kuzum. Bunu ne çabuk unuttum?

Önce soğuktan, sonra da ruh halimdeki dalgalanmadan kızarmış suratım, Bursaspor yeşili (!) ojelerim, üst üste taktığım 2 kapüşonum, kapüşonumdan çıkıp ta cebime kadar uzanan (!) saçlarım ve rengarenk çılgın atkım ile kızın tabi ki de ilgisini çekiyorum ona yaklaştıkça. Önce atkıma, sonra da saçlarımın ucuna bakıyordu.

Hiçbir şey demeden ona bileti uzattım. Kız şaşkın. Sadece bakıyor bana. "Bileti iptal edecektim, direkt sana vereyim en iyisi" dedim. Kız ağlayacak. "Hasiktir" dedim içimden. Ağlarsa ben de ağlarım, valla. Hemen cüzdanına davrandı. "Hiç sorun değil gerçekten" dedim sessizce.
"Yola para ayırmıştım, cezalı bileti karşılayamam şu an ama senin paranı veririm onu kenara ayırdım yani, bu arada ben Ceren" dedi. "Peki" dedim, ne diyeyim. Verdi parayı. Biletim gitti. Ben kaldım.

Dışarı birlikte çıktık. O altgeçite hızlıca yöneldi, karşı perona geçmesi lazımdı çünkü. Ben aksi yöne, Yürüyüş Yolu'na yani. Tam altgeçite girerken "Mutlu yıllar Gizem" diye haykırdı, etraftaki birkaç insan bana baktı. "Evet o benim" bakışı attım onlara kasılarak. Ama ona "Sana da mutlu yıllar" diyemedim. Hızlıca yoluma devam ettim, o da zaten altgeçite girmişti çoktan. Yürüyüş yolunda 3-4 dakika yürüdükten sonra, her ne kadar kulaklığımın sesini açsam da trenin gelişini de gidişini de duydum. "Her şeyi kontrol edemeyeceğimi şimdi kabul etmezsem, bir daha hiç etmem. İnkarı bırakma zamandır." dedim kendi kendime şizofrenik bir edayla. Beni tatmin eden şey ise, sonunda bunu kabul ettiğimi hissetmemdi.

6 davetten bir tanesinin önüne geldim. Mekanın yani. Hemen girdim içeri hazırlık yapıyorlar. O saatte başlamaz zaten. Yardım ettim onlara, zaten gelişim yeterince şok etmişti onları. Çağırdık ama gelmez, demişler birbirlerine. Ben gelince de erken başladı haliyle. Bir arkadaşın doğum günüymüş, ama pasta krizi vardı. Buraya bunu yazmak ne kadar doğru bilmiyorum ama, onca tantanada unutulmuş. Pasta yoktu. Para birleştiriliyor, hemen alınacak pasta. Bilet parasının hepsini o pastaya gömdüm. Pastayı da ben seçtim. Ama doğum günü esnasında başka mekanda olduğumdan, pastayı yiyemedim. Amacım da buydu zaten.

5'er dakika bile olsa (!) uğradım herkese. Şok ettim onları, yüz ifadeleri inanılmazdı. Saat 12 de evdeydim. Hatta online olarak bir sürü güncellemelere imza attım. Arada bir dışarı gittim, geldim. 12'den sonra dışarı çıkmam hataydı. Hava çok soğuktu, o kadar üşüdüm ki hala ısınmaya çalışıyorum. Gece yarısı ortaya çıkan köpek çetelerinden birisine de yakalanmam da cabası. 8-9 kişiden oluşan promili yüksek bir grup erkeğin ardına sığınarak köpek çetesini atlattım. Anıra anıra şarkı söylüyorlardı, hayvanlar korkup kaçtılar. Sarhoş grup beni iplemedi bile. Ama çok işe yaradılar yani, buradan da teşekkürü bir borç bilirim.

O bilette adım, soyadım hatta kredi kartımın birkaç hanesi bile yazıyordu. Bana büyük bir coşkuyla mutlu yıllar dileklerinde bulunan Ceren'e gülümsemeden başka bir karşılık veremedim, bu yüzden ben de buraya yazayım istedim. Facebook'tan oradan buradan arkadaş olmayız umarım, böyle kalsın tanışıklığımız yani. Yanlış anlaşılmak istemem. Yoksa Ceren gideceği yere yetişti mi, beni kimlere anlattı, merak edip beni Facebook'tan arattı mı diye deliler gibi merak etmekteyim. Umarım gideceği yere yetişmiş, güzel bir yılbaşı gecesi geçirmiş, beni annesine, babasına, yakın arkadaşına, varsa sevgilisine anlatmıştır. Birbirimizi bu şekilde hatırlayalım istiyorum.
Eğer kışı atlatırsam, güneye ineceğim yazın.

Mutlu yıllar Ceren.

3 yorum:

  1. tam yılbaşına layık bir olay, hatta şu tavuk suyuna çorba öykülerine bile girer.

    YanıtlaSil
  2. öyle güzel anlatmışsın ki, saniyesi saniyesine ben de oradaymışım gibi hissettim (:

    YanıtlaSil
  3. çok teşekkür ederim :) ne mutlu bana

    YanıtlaSil